Monday, January 14, 2008

Sinekler hakkindaki gizemli gercekleri biliyor muydunuz?

Sinekler hakkinda bir yazi yazacagim hic aklima gelmezdi. Oyle ya, kucuklugumden beri nemli yerlerde otururken gecelerimin kabusu, acimadan beni ellerimden ayaklarimdan yuzumden sokup derimi kizartan, sirf bu is icin ozel tasarlanmis sineklikle oldururken de stres atip oh ne guzel dedigim ve hep pis deyip asagiladigim bir hayvandi. Sinekten igrenme oyle noktalara varmis ki bizde, kuzenim kucukken onlari iskence deneylerinde kullanir, kollarini bacaklarini birer birer kopardiktan sonra elektrik verip oldurmeyi denerdi! Dunyaya onlarin gozuyle bakamamistim, oysaki son yillarda haklarinda alimlerin ve arastirmacilarin bir kac yazisini okuyunca ne kadar muthis varliklar olduklarini anladim,

Biliyor muydunuz?

-Insanin saglikli olmasi icin kanini belirli araliklarla bir miktar bosaltip tazelemesi tavsiye edilir. Eskilerin hacamat dedikleri kan aldirma, kan vermek suretiyle de yapilir. Sinekler ise bizi soktuklarinda, kirli kanimizi tasfiye ederler. Yerine de kolumuzu sisiren, ama aslinda Allah tarafindan iclerinde ozel hazirlanmis panzehir ya da asi gibi bagisikligimiza yardim eden siviyi enjekte ederler.

- Sinekler bizi sokarken muazzam bir teknoloji ve muhendislik gosterirler, bu sokacaklari yeri ve damari ozenle tespit etmekten, once usta anestezistler gibi uyusturucu siviyi uzerine surup aci cekmememizi saglamaktan, uzun boru seklinde ve igne ucu gibi yatay ve kivrimli yaratilmis ignelerini ustaca kullanip uygun derinlige inmelerine, gerekli miktarda panzehiri ise kanimizi temizledikten sonraya koymaya ve daha bir cok hikmetli davranisa kadar uzayan orneklerle gosterilmis.

-Kirli buldugumuz ve bizi rahatsiz ettigini dusundugumuz karasineklere gelince,
onlari oncelikle oldurmek icin hic ugrasmamiza gerek yok cunku ortalama bir sinegin omru bir kac gundur. Eger yeryuzunde larvalari dagilan butun sinekler yasamis, biraz da uzun kalmis olsalardi, goge baktigimizda onlar butun atmosferi 1 cm kalinliginda kaplayacak bir yogunlukta ve sayida olacaklardi, fakat, hikmetli yaratan Rabbimiz, yumurtalarina ve onlardan cikan sineklere kisa bir omur vermis

-Sinekler yeryuzundeki cok pislikleri, mkroplari, toksinleri, hastalik yapan virusleri yiyerek temizledikleri gibi kendileri de aslinda temiz olan, ve surekli temizlenmeyi seven hayvanlardir. Bir alim onlara dikkatli bakildiginda surekli ayaklarini birbirine surttuklerini, abdest alir gibi her an bir temizlemede olduklarini soyler. Bilimadamlari ise sinegin biraktigi pisligin ise tip cihetiyle zararsiz bir madde oldugunu, hatta icinde ilac gibi yararli bazi maddeler bulunduran surup gibi oldugunu soylerler. Uzerimize konan sinekler de elbisemizdeki, elimiz ve yuzumuzdeki mikroplari yiyerek bizi aslinda tmeizlerler.

-Bunular beraber bazi sivrisinek cesitleri bazi hastaliklari tasiyabiliyor...Sanirim o bolgeyi ve muhtemel hastaliklari bilirsek ona gore tedbir alabiliriz (Nil virusu gibi)

-Bediuzzaman gibi alimlerimiz sinekleri oldurmek degil, islerinden alikoyacak rahatsiz edici hareketleri bile hos gormemisler.

Bundan sonra onlari oldurmemeye calisacagim, karar verdim. Ama ozellikle kara sinekle olan yillarin husumeti bir cirpida biter mi? Sevme isinde cok ileri gitmeden saygili ve uzaktan bir iliski en iyisi galiba....


Aklima gelen muhtemel sorular:
-Ne yapalim, ustumuze basimiza konsunlar yiyeceklerimize konsunlar mi? Belki sinekli bir yerden gidebilir, ya da onlari oldurmeden kovabiliriz.

-Muhabbetimiz cok artarsa evde besleyebilir miyiz? Bilmiyorum ama erken gelen bir olum ve sirtustu yatarken buldugumuz evcil hayvanimiz bizi cok uzebilir. Bazen de bizden kurtulmak icin uyuma numarasi yapiyor olabilirler:)

-Mikroskopla incelesek?
Ben bir kere incelemistim ama biraz korkunc geldigini soylemeliyim, zaten goremedigimiz siyah siyah o kadar degisik tuyleri var ki her yerinde, bir de kocaman! Iyyyy, kucuk halleri inanin daha sevimli.

-Kulagimiza kacarsa? O zaman biri kafamiza cekicle vurup oldurebilir herhalde:) Canimiz soz konusu ne yapalim!

Sinekle olan anilariniz ve yorumlarinizi bekliyorum!

Saturday, December 15, 2007

iste gercek ilahinin sozleri

"Bu akl-u fikir ile yar bulunmaz
Bu nasil yaradir, derman bulunmaz...

Kamunun (herkesin) derdine derman bulundu
Bu benim derdime derman bulunmaz...

Nice deryalari icime ceksem
Beni kandiracak umman (deniz) bulunmaz...

Yitirdim Yusuf'u Ken'an ilinde
Yusufum bulundu, Ken;an bulunmaz...

Yunus oldu derler, sala verirler
Olenler hayvandir (cesettir) , asiklar olmez....

Hazreti Yunus Emre
(Halk sairi diye nitelenen alim, veli ve tasavvuf buyugumuz)

Kitap: "Yunus Emre" - Cahit Oztelli -Ozgur yayin

Zara - Yusuf'u kaybettim

kesinlikle goruntuler mukemmel....ama yorumlama olarak ikisi epey farkli...hangisini begendiniz?

deliyürek - yusufu kaybettim

Muthis bir yorum, ilk dizide izlemistim, beni baska alemlere goturmustu, hele bu ney sesi... megersem yunus emre nin bir ilahisi imis....bu gunlerde zaradan da dinledim,,, bakalim hangisini begeneceksiniz?

Sunday, November 18, 2007

mustafa armagan bey'den sahane bir yazi


Kara Fatma’yı Rus kilisesine muhtaç edenler utansın!
MUSTAFA ARMAĞAN
Hani bazen yaprakları kelam-ı kadime dönmüş eski dergi sayfalarını karıştırırken yüreğinizin orta yerine bir ağırlık, karabasan gibi çöker ya...

Yedigün dergisinin 1930’lu sayılarını karıştırırken de aynı hal arız oldu bana. Fotoğrafta, sadece o hülyalı bakışlarındaki derinliği korumuş bir kadın başı bana bakıyordu. Gözüm bir yerden ısırıyordu bu bakışları ama nereden?

Bakışlarım fotoğrafların üzerindeki başlığa kayıyor ister istemez. “Kara Fatma Rus manastırında” kelimelerini bir hamlede okuduğumda kendime, ‘Yok canım, o olamaz, olsa olsa bilmediğimiz başka bir Fatma’dan bahsediyor olmalı’ diye teselli vermeye çalışırken, asıl darbe, resim altı yazısında balyoz gibi iniyordu beynime. Şöyle diyordu bu iki büklüm olmuş kadının fotoğrafı altında: “Açlığımı kimseye belli etmemek için odama kapanır, ağlarım.”

Yaşadığım yürek burkuntusuna rağmen yine de bu ‘açlıktan ağlayan kadın’ portresini bildiğim Kara Fatma’ya yakıştırmama inadım formundaydı. Ne var ki bu direnişim, asker kıyafetli bildiğimiz Kara Fatma fotoğraflarının birinin altında güneş görmüş inatçı Erzurum karı gibi eriyordu. “Şimdi 55 yaşındayım” diyordu belinde kaması ve göğsünde fişekliği olan kadın, ve devam ediyordu: “Askere gittiğim zaman 24 yaşında idim.”

Çatıdan üzerime iri bir buz parçası düşer gibi oldu. Bu o... Evet, bu o...

O 9 Ağustos 1933 tarihli Yedigün’ün 22. sayısında yakışıklı bir efsane çöküyor ve ikrah ettiren acılıkta bir tarih yazılıyordu.

Erkek askerler için Mehmetçik hangi anlamı taşıyorsa, orduya katılan kadın askerlere de genel olarak “Kara Fatma” denildiğini biliyoruz. Üstelik bilinen ilk Kara Fatma, 1854-1856 Kırım Harbi’ne katılmış; kendisi Çukurova’daki Cirit aşiretine mensup bir ocağın kâhyasıdır. Ayağında çizmeleri, başında tülbent sargısı, belinde silahları ve elinde kamçısıyla ve dahi güneşten esmerleşmiş yüzüyle erkekten bir farkı olmadığını, bizzat Gazi Ahmed Muhtar Paşamız anlatıyor. Hatta Sivastopol Destanı’nda adının “Nisâlar kahramanı” olarak geçtiğini dahi biliyoruz.

Lakin Kurtuluş Savaşı’ndaki Kara Fatmaların en meşhuru, Erzurumlu olanıdır. Kocası Binbaşı Derviş Bey’le birlikte kâh Kars cephesinde, kâh Balkanlarda savaşmış. Edirne’de Bulgarlara karşı mücadele vermiş, ağaç kabuğu kemirerek hayatta kalanlardan biri olmuş. Mütarekeden sonra ise kaybetmiş eşini. Sonra onu İstanbul’dan Sivas’a giderek Mustafa Kemal Paşa ile görüşürken görürüz; ardından o artık cephelerdedir: İzmit, Düzce, Adapazarı, İznik civarında Yunanlılara baskınlar düzenlerken, köylerden, kasabalardan gönüllü toplarken karşımıza çıkar. Bir de gazetecilere ilginç bir figür olarak görünmüş olmalı ki, 1923 yılına kadar kendisiyle çeşitli söyleşiler yapılmış, korkusuzluğu, cesareti ve yaralı olduğu halde gözünü budaktan esirgemeyişi vurgulanmış, adı Garp cephesinde bir efsane bulutu gibi dolaşmış; bir de kendisine bağlanmak istenen maaşı Kızılay’a bırakmasındaki yüce gönüllülüğü.

Velhasıl Erzurumlu Fatma Seher Hanım ya da nam-ı diğer Kara Fatma, Kurtuluş Savaşı’nın sembol ismi olarak günümüzde ders kitaplarına kadar girmeyi başarmıştır.

Lakin Yedigün dergisinde bulduğum söyleşi, Kara Fatma’nın 1923-1944 arasında gözlerden uzak geçen hayatı üzerindeki karanlığı kaldırıyordu. Bugünden bakınca Kurtuluş Savaşı gazileri Lozan’dan sonra sanki yere göğe sığdırılamamış gibi geliyor bize. Onlara topyekün sahip çıkılmış ve bir dedikleri iki edilmemiş zannediyoruz. Ne kadar yanıldığımızı birazdan bir kere daha anlayacağız.

Kara Fatma, 1933 yılında İstanbul’un Galata semtindeki Rus manastırının bir odasında sefalet içinde yaşamaktadır. Aradığı kişiyi 2. kattaki 9 numaralı odada bulan muhabir Mekki Sait Bey’i önce bir Rus çocuğu karşılar ve kendisine Kara Fatma’nın odasını gösterir. Muhabir onu, komşularının artıklarıyla karnını doyuran ve yalnız kaldığı zamanlarda utancından hüngür hüngür ağlayan birisi olarak anlatır bize. Kara Fatma’nın odasında iki çuval seriliymiş ya, kendisi yerde tahta üzerinde yatıyormuş. Çuval dediği, torunlarının yatağı. Köşede bir tencere, soğuk bir sac mangalın yanında aylarca evvel yere nasıl bırakıldıysa öyle duruyordur.

Kara Fatma konuşmaya, iş bulamamaktan şikayet ederek girer: Kapıcılığa, hatta çöpçülüğe bile razıdır torunlarına bakabilmek için. Ama kimse iş vermemiştir ona.

Yaralarından söz eder sonra, savaşta aldığı. Kızının parmaklarını şarapnel uçurmuş, evlenip çoluk çocuğa karıştıktan sonra ise delirmiş. Böylece torunlarına bakmak zorunda kalmış Kara Fatma. Yine de göğsüne taktığı İstiklal madalyasından gurur duymaktadır: “Bütün sefaletimi unutturan, beni yaşatan, bu İstiklal madalyasıdır. Açım ama şerefliyim!”

Aç ama şerefli kadın ağlamaya başlar o sırada. Ağlarken anlatır, anlatırken ağlar:

- Bazen çocukların elinden tutuyor, ‘Şu yetimler aç kalmış, ölecekler’ diye nineleri olduğumu sezdirmeden onlar için yardım toplamaya çıkıyorum. Ne yapayım, siz söyleyin!

Muhabirin aklına torunlarının nerede olduğunu sormak gelir. Sokaktadırlar; birazdan geleceklerdir. Dilenmekten dönerken birinin avucunda 100, diğerininkinde 60 para olacaktır. “Al nine” derler, “hiç harcamadık, olduğu gibi sana getirdik. Bir çay pişiremez misin bunlarla? Ekmek batırıp da beraber yiyelim.”

Torunlarıyla birlikte dilenen bu Kara Fatma portresine alışık olmayan yüreğiniz hop oturup hop kalktı, biliyorum ama gerçeğin yüzü bazen böylesine acımasız ve soğuktur.

1944’te (69 yaşında) yeniden hatırlanıp Defterdarlık’ta bir işe yerleştirilen Kara Fatma, 1954 yılına gelindiğinde artık 79 yaşındadır ve yine sefil bir vaziyette İstanbul’da bir kulübede tek başına yaşamaktadır. Tek Parti dönemini perişanlıklarla geçiren Kara Fatma’ya doğru dürüst bir maaş ne zaman bağlanmıştır bilir misiniz? Demokrat Parti devrinde, 22 Şubat 1954’te. Ancak özel bir kanunla kendisine ‘ömür boyu’ 170 lira maaş bağlanan Kara Fatma’nın ömrü bu maaşı yemeye yetmeyecek ve ertesi yıl Erzurum’da hayata gözlerini yumacaktır.

Sağlığında bir gazeteciye, “Göğsümde bir şarapnel parçası var. Acı veriyor.” demişti. Tarihimizin göğsündeki şarapneller ne olacak Fatma teyze, sen söyle? m.armagan@zaman.com.tr